13 Şubat 2010 Cumartesi

Kevir - Ali Şeriati

Kevir - Ali Şeriati

Bu kitap; Sartre’ın deyimiyle şiir, sözcüğünün Farsça anlamıyla da ‘gazel’ yaralı bir göğsün ‘göğüs kanamaları’ ile çölsel bir ruhun dağınık yakarmalarıdır. Bu çöl, ‘benim dünyam’ olduğu gibi ‘benim yüreğim’dir de… ‘Benim yabancı kendim’, ‘benim tutuşmuş, ekinsiz yaşantım’… Özetle ‘benim yaşam öyküm’dür… Bu ‘varlık’ın susuz, gizemli, eriyen, bekleyen, üzülen… çölüdür. Bu sözlerin okuyucusunun kendisini ’seslenilen’ olarak düşünmemesi gerekiyor. Bu sözler seslenilensizdir. Onların ‘görücüsü’, ‘arayıcısı’ olması gerekiyor. Sözcükler ve kavramları okumaması gerekiyor. ‘Cümleleşmiş’, ’sözcükleşmiş’ anlamları, ‘tatması’, ‘koklaması’ gerekiyor. Bir ‘mektup’u ‘okuduğu’ gibi değil, bir ’serüven’i ‘gördüğü’ gibi… okuması gerekiyor.
‘Herkesin güneşi gece olunca batar
benim güneşim doğar her gece akşam namazında’

‘Kızgınlar coşkusuzdur, çığlıksız
Acı çekenler çığlıksızdır, çoşkusuz
Bizler kaldık geride, kentse durgun
Ne varsa sırtlandır, kurttur, tilkidir
Bir çığlık atayım dediğim de olur
Yinede bakıyorum sesim kısık… !
…………………….
………… geçelim.

Aşkın yer değiştirdiği olur, soğuduğu olur, yaktığı olur.

Oysa sevgi; yerinden, sevdiğinin yanından kalkmaz. Soğumaz, kızgın değil; yakmaz, yakıcı değil.

Aşk, kendinden yanadır. Bencildir, kendisi için ister.

Kıskançtır. Sevgiliye kendi için tapar, onu kendi için över.

Oysa sevgi, sevilenden yanadır, sevilencildir. Sevgili için ister. Kendini sevdiği kişi için ister. Onu onun için sever kendisi ortada değildir.

Oysa, sevgide, sevenin ve sevilenin dışında bir üçüncüsü yoktur. Aşk, kine, öce erken dönüştür. Bu da sevenin kendisini ortada görmemesi durumunda olur. Oysa sevgiden oraya doğru kesinlikle bir yol yoktur. Sevgiyi iyice bilip, iyice duyumsayan kişi kendisini ortada bulmayınca beklemeksizin, kolaylıkla… şaşkınlık verici, eksiksiz, büyük, görkemli, İbrahimce bir özveri ve fedakarlığa dönüşür. İşte bu durumda artık darlığı kalmayan, artık kalması olanaksızlaşan kendisini, sevdiği aynada bir leke olarak değerlendirir. Buyruk verir, gerçekçidir, içtenliklidir, kesin inançlıdır.

Gösterişleri, yapmacıkları, değişik değişik tutumları yoktur. Bu ise söyleyiş anı sözlerinin yakıcılığından anlaşılmaktadır. ‘O lekeyi aynanın üzerinden sil! Ayna artık yüzümü kendine görmeyeceğine göre yüzünde saçma bir leke kalmasın. Serin, arı, duru düşlü aynan lekeli olmasın. ‘ ‘Oysa aşk; ‘Ah! Benden sonra bu lekeyi silecek misin! Aynada başka bir leke olacak mı! Bundan böyle aynanın yüzü lekesiz mi kalacak! Yok, yok, yok!

Benden sonra, bu aynayı baştan başa karart. Bu lekeyi aynanın bütün yüzeyine yay!

Aynaya toprak sür, başının üstüne yaş toprağı serpiştir, üstüne güneşin ışıkları bile uğramasın. Benden sonra ışıldamasın, parlamasın. Ah! Ne desem! Aynayı kır! Kır! Ufalt!

Oğlum, benden sonra bağrını yırt. Saçlarını hep dağınık tut. Kesinlikle gülümseme. Kesinlikle yumuşak yataklarda yatma. Kesinlikle uyuma. Hep ağla. Acımı olduğu gibi göğsünde hep saklı tut. Mezarımın üzerinden kalkma, evine dönme. Yaşamı, ben öldüm diye bırak. Senin gülüş sesini, mutluluk ve özgürlük haberini duyarsa ruhum, mezarın içinde acı çekecektir. Ah kendi mutluluğunla, mezar taşlarının altında acı çektirme bana!

Anlar, üzerime öyle güçlü, ağır adımlar atıp geçiyor; boğuluyormuşum gibi oluyor. Neden, bilmiyorum bile! Ancak, biliyorum bir başkası içime ayak basmıştır. Beni, artık kendi içimde sığamayacağım, durgunlaşamayacağım duygusunu verecek oranda güçsüzleştiren odur. Kendi varlığımdan daha büyük bir duruma gelmişim. Bu giysiler dar geliyor bana artık.

Bana:

Sevginin aşktan üstün olduğunu öğreten O’dur. Aşk, görme engelli bir coşku, görmezlikten kaynaklanan bir bağdır. Oysa sevgi, bilinçlice bir bağ; apaçık, duru bir görmenin sonucudur. Aşk genellikle içgüdüsünden su içer, içgüdüden kaynaklanmayan başka bütün olgular değersizdir. Oysa sevgi ruhun içinden doğar, bir ruhun yükselebileceği bütün yerlere, sevgi de onunla birlikte doruğa tırmanır.

Aşk, gönüllerin genelinde benzer biçimler ve renkler gözlemekte olup, ortak nitelik, durum ve görünümler taşır. Oysa sevgi her ruhta kendine özgü bir albeni taşır. Ruhun kendisinden rengini alır. Ruhlar da içgüdülerin tersine kendilerine özgü ayrı ayrı renk, tırmanış, boyut, tat ve kokular taşıdığından; ruhların sayısınca sevgiler olduğu söylenebilir.

Aşk, kimlikle ilişkisiz değildir. Dönemlerin ve yılların ilerleyişinden etkilenir. Oysa sevgi; yaş, zaman ve kişiliğin ötesinde yaşar. Onun yüksek yuvasına günün, çağın eli yetişemez.

Aşk, her renkte, her düzeyde, somut güzellikle, gizli açık bağlantılıdır. Schopenhauer’un deyişiyle; “sevgilinizin yaşına bir yirmi yıl daha ekleyin de onun duygularınızda bıraktığı doğrudan etkilerini gözlemleyin. ”

Oysa sevgi, ruhun içine öyle bir dalgınlıkla dalar; ruhun güzelliklerine öyle tutulup kendinden geçer; somut güzellikleri bambaşka bir biçimde görür. Aşk; tufan, dalga, coşku, hindi niteliklidir. Oysa sevgi durgun, dayanıklı, ağırbaşlı, arılıkla dolup taşar bir durumdadır.

Aşk, uzaklık ve yakınlığa göre değişir. Uzaklık uzun sürecek olursa azalır. İlişki sürecek olursa değerini yitirir. İlişki sürecek olursa değerini yitirir. Ancak korku, umut sarsıntı ve acı çekmenin yanı sıra ‘görüşüm uzaklaşım’la diri, güçlü olarak kalabilir. Oysa sevgi bu durumları bilmez. Dünya başka bir dünyadır.

Aşk, bir yönlü bir coşkudur. Sevgilinin kim olduğunu düşünmez. Öznel bir özcoşudur. İşte bu yüzden hep yanlışlık yapar. Seçimde hızla sürçer. Ya da hep bir yönlü kalır. Yine de yer yer benzeşmeyen iki yabancının arasında bir aşk kıvılcımlanır, olay karanlıklar içinde geçip birbirlerini görmedikleri için ancak bu yıldırımın düşüşünden sonra onun ışığında birbirlerini görebilirler. İşte burada aşkın kıvılcımlanışından sonra seven ve sevilen birbirlerinin yüzlerine bakınca birbirlerini tanımadıklarını anlarlar. Önemsiz bir sorun olmayan aşktan sonra gelen yabancılıklar ve anlaşmazlıklar çoktur.

Oysa sevgi aydınlıkta kök salar. Işığın gölgesinde yeşerir, büyür. İşte bu yüzden hep tanışıklıktan sonra ortaya çıkar. Gerçekte, başlangıçta, iki ruh birbirinin yüzünde tanıma çizgilerini okur. Biz oluşları ise “tanışımdan sonra olur, iki ruh, iki kişi değil bir anda iki kişinin gerektirimler sonucunda biz olma duygusunu taşımaları olasıdır. Bu durum ise öyle duyarlı öyle uçucudur; duyumun ve anlayışın eli altından kolayca kaçabilmektedir. Daha sonraları; birbirlerinin söz, davranış ve konuşma biçiminden yakınlığın tadını, yakınlığın kokusunu, yakınlığın sıcaklığını duyumsarlar. İşte bu noktadan sonra birden, iki yoldaş kendiliklerinden sevginin uçsuz bucaksız çölüne ulaştıklarını, sevginin karartısız açık açık göğünün başlarının üzerinde sere serpe serilmiş olduğunu, inanışın aydın, arı, içtenlikli ufuklarının kendilerine açıldığını, tatlı okşayıcı bir esintinin gizli mihrabında, büyük bir rahip düşünün yere çizilmiş olduğu; yalnız, yabancı bir minarenin yakarışlarının acıklı iniltisinin sarstığı terkedilmiş bir tapınağın ruhu gibi hep başka göklerin, başka ülkelerin yepyeni esinlerinin iletileri ve başka bahçelerin güzel, gizemli çiçeklerinin kokularının birlikteliğinde oyuncu, tatlı, şen bir sevgi ve albeniyle kendisini hep bu ikisinin yüzüne, başına vurduğunu… kendi gözleriyle görür.

İÇİNDEKİLER
Kevir, Kariz, Arkadaşıma Mektup, Sevgi Aşktan Üstündür, Tapındıklarım, İlahi Tragedya, Observatoir Parkında, Çocuk Sevgisi, Tapınak, Nevruz, İnsanlar ve Sözler, Yaratılış Ezgisi

Yazıyı Hazırlayan: Zepnep Uslu
Yazı Kaynağı: anlamak [dat]com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder