29 Aralık 2011 Perşembe

DARA JİYANÊ (HAYAT AĞACI)


DARA JİYANÊ (Hayat Ağacı) NOEL AĞACI OLDU. (Selahaddîn Mihotulî-Arya Uygarlıklarından Kürtlere)
 
HAYAT AĞACI: İlk ve Eski Çağ Uygarlıklarında var olan ve zamanımızda da varlığını değişik şekillerde sürdüren öğelerden biri de Hayat Ağacı motifidir. Kürt kültüründe Hayat Ağacı Kültünün kalıntıları; Güneş (-Ateş) Kültünün kalıntıları gibi yaşayan bir öğedir. Çeşitli ilk ve Eski Çağ betimlemelerinde Hayat Ağacı; bir gövde etrafında simetrik olarak dizili yapraklardan, çiçeklerden, veya dallardan oluşmaktadır. Hayat Ağacı ile ilgili en eski örneklerinden biri M.Ö: 4. bine ait bir Sus mührü üzerinde görülmektedir. bu Hayat Ağacına iki yılan(!) koruyuculuk yapmaktadır. Bu mühür baskısında görülen yılanlar ağaçla eşit boyda olup aynı tarafa yönelmişlerdir.
 
Elam (Sus) uygarlığından Sonra Sumer uygarlığında görülür. Dumuzi ile İnanna'nın aşk törenlerde çam ağacı altında (Mezopotamya'da yetişmeyen çam ağacı Kürdistan dağlarından alınmış bir motiftir.) birleşmeleri, Hayat Ağacı Kültünün bir varyantıdır.
 
Daha Sonra Hittitler döneminde bolca örnekalerini görüyoruz. Bundan sdonra geç dönem hatti-Hittit beyleklerinde oldukça çok arkeolojik belge var. Bununla ilgili bir örnek halen A. M. M’de bulunmaktadır. Sakçagözü'nden (Antep yakınlarında) alınan bu orthostad (M.Ö: 8. yüzyıl) kabartmasında Kanatlı Güneş Kursu altında iki kral veya rahip, Hayat Ağacı'na libasyon yaparken görülmektedir. Urartular döneminde (M.Ö:9-6.cı yüzyıl) van dolaylarında çokça örnek var.
 
Hayat Ağacı Kültü, canlılığın sürekliliği temelinde oluştuğu için; bütün öğeleri ve anlayışı ile bu yönde en radikal din olan Mazdaizm (Zerdüştilik) içerisinde anlamını bulmuştur. Bu motifler sonraları başka birçok motif gibi, Hıristiyanların kendilerine adepte ettiği ‘Noel Ağacının’ da kökenidir. Bugün Hırıstıyan Dünyasının Noel Ağacı diye önünde Kült yaptığı ağaç, Köken olarak Kürtlerin atalarına ait
Kürtler döneminde İshak Paşa Sarayında, Hayat Ağacı anıtsal kapının girişlerinde aslan üzerinde betimlendirilmiştir. Mevlana Celaleddin-î Rûmî, Mevlevihanenin kapısındaki kilit taşında sembolik bir ağaçla Hayat Ağacı (Drextê Can) motifini belirtmiştir.
 
Halen Kürt coğrafyasında Bazı yerlerde bulunan ağaçlar kutsal sayılarak onlara «Dara Mirazan (Murat Ağacı) veya Dara Jiyanê (Yaşam Ağacı)» adı verilmektedir. Dara Mirazan (Murat Ağacı) denilmesi insanların bu ağaçlara dileklerini söylemelerinden ileri gelmiş olmalıdır. Birçok yerde tek başına böyle ağaçlar görülebilmektedir. Bu ağaçlar, doğal bir ortamda yetişmektedir. Bu kutsal ağaçlardan bazılarının etrafına taş yığılarak korunmaya alınmışlardır. Yoldan geçenler veya özellikle ziyarete gelenler ağaca su vermekte ve üzerine dua okuyarak su serpmektedirler. "Dara Ziyaretê" de denilen bu ağaçları, ziyaret edenler; dallarına bağlanan bezlere düğüm atarken dileklerde bulunurlar. Ağacın etrafına dolanarak dua yaparlar. Bu tür ağaçları özel olarak ziyarete gidenler burada kanlı bir kurban da vermektedirler. Bunlar yeni şartlarda bir çeşit libasyon sayılıyor.

Ziyaret Ağacının dallarını kesmek veya her hangi bir şekilde zarar vermek çok tehlikeli ve büyük günah sayılır. Bu durumda yapanların ya çarpılacağı veya kendisinin de büyük bir zarar göreceğine inanılır. Bu konuda görüştüğüm birçok kişi; ağaca zarar verenlerin «Çarpılarak Öldüklerini» gözleri ile gördüklerini, kesin bir dille bildirmişlerdir.

Birçok Kürt elsanatları üzerinde hayat ağacı motifi bulunmaktadır. Özellikle Kürt halı kilimleri üzerinde bu motif çokça görülmektedir. Binlerce yıl geçmişi olan Bu motifler sonraları başka birçok motif gibi, Hıristiyanların kendilerine adepte ettiği ‘Noel Ağacının’ da kökenidir. Zira onların geçmişlerinde bunun kökenini teşkil eden örnek yoktur.

(Selahaddîn Mihotulî-Arya Uygarlıklarından Kürtlere adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.)

21 Aralık 2011 Çarşamba

Derwêşê Evdî ve Edûlê Destani




Urfa Viranşehir den şengal dağına kadar uzanan alanda büyük bir Kürt aşireti olan Mılla(Milli) aşireti konumlanmaktadır. Aşiretin lideri Temir Ağa, aynı zamanda Kürtlerin lideri konumundadır. Ayrıca şark aşiretinden de bahsedilir. Yezidi olan bu aşiret de Mılla aşiretine dayanır. Kürtler tarafından Kerdız olarak da anılırlar, oldukça yiğit ve savaşçı bir aşirettir. Mılla aşiretini Araplar kendi denetiminde tutmaya çalışırlarken, diğer taraftan da Tükler talan ve vergilendirmeye dayalı olarak egemenlik sağlamaya çalışırlar. Aslında Mılla aşiretinin somutunda Kürtlere yönelim vardır. Araplar bir gün gelip yedi yıllık vergi isterler. Bu durumu gören Mılla aşiret reisi Temir Ağa, şark aşiretinin lideri olan Evdi Ağaya mektup göndererek destek ister. Evdi: Temir ağanın destek mesajına alır ve Temir ağanın yanında oturan yiğit ve savaşçı Musekê Hemê ile birleşir ve savaş zırhlarını kuşanarak çatışmaya girer. 1700 kişilik arap ordusunu darmadağın ederek ayrılırlar. Daha önce Evdi'nin selamını bile almaya tenezzül etmeyen, ancak yarım saat sonra cevap veren Temir Ağa, bu sefer bizzat kendi hayatını kurtardığı ve teslimiyetçiliğini gördüğü için Evdi'yi misafir olarak evine kabul eder. Onu kadınların olduğu bölüme götürür. Kızkardeşi Rahmene kahve yapmasını söyler. Rahmen kahveyi altın tepside sunar.

Güzel bir kız olan Rahmenden Evdi etkilenir ve aşık olur. Bunu fark eden Temir Ağa, Rahmeni ona vereceğine dair söz verir. Evdi bundan sonra artık hep onun etrafında dolaşır. Bir hafta sonra çocukları aklına gelince Temir Ağadan onları görmek için izin ister.

Evdi ‚çocuklarını görüp bir gün tekrar Temir Ağanın konağına döndüğünde, büyük bir düğün olduğunu görür ve Temir Ağanın çadırında Türk bayrağının asılı olduğunu farkeder. Köle Muhammed, Evdi nun önüne gider " sende vicdan yok. Sen nasıl Rahmenin düğününe gelirsin dediğinde" Rahmenin Bakır Ağaya verilmiş olduğunu anlar. Evdinin yüreğine Kaf dağı kadar bir ağırlık düşer. Temir Ağa onu kandırmıştır. Evdi 1700 kişiye karşı göğsünü siper etmiş, savaşmış, Temir Ağa ise karşılığında onu kendi kadın haremine koyduğu halde, kızkardeşini ona vermemiş ve onu kandırmıştır. Evdi bu olaydan sonra Mılla aşiretinden ayrılır ve Temır ağa için ''O Mılla aşiretinin reisi, ben şark beyiyim diyerek " Bir daha ayağımı onların aşiretinin bulunduğu yere basmayacağım" andını içer ve aşiretini ayırır.

Birbirini izleyen yıllarda Araplar şarklıların Mılla aşiretinden ayrıldığını öğrenince, Mılla aşiretine bir mektup göndererek savaşa hazırlanmalarını söylerler. Araplar bu sefer aşireti tamamen yok edip her açıdan ırzına geçmeyi hedeflemişlerdi. Bunun karşısında çok zor durumda kalan Temir Ağa, aşiretindeki 32 bin beye toplanmaları için haber yollar. Bunlar durumdan habersiz oldukları için, ziyafet verileceğini düşünerek sevinçle gelirler. Aşiretlerdeki bütün gençler, yaşalılar ve kahramanlar biraraya toplanır. Cemaatte üç biçimde oturulur. Birinci; bey ve efendilerden oluşan bölüm. ikinci; kahraman, yiğit ve eşkiyalar. üncü: ise; sakat, ihtiyarlar ve işe yaramayanlar biçimindedir. Cemaat tamamlanıp meclis toplanınca, Temir Ağa kendi nazarına kahve yapıp getirmesini söyler. Kahve gelince Temir Ağa; " Bu kahve ucuz bir kahvedir demeyin, bu kahve kanlı bir kahvedir" diyerek, Arapların mektubundan söz eder. Devamla, " Arapların önüne geçmesek bütün beyliği talan edecekler. Namussa hepimizin namusudur çünkü hepimize yönelecekler. Hanginiz bu kahveyi kaldırsanız göğsünüzü Türk-Arap düşmanlarına karşı siper edip önlerine geçerseniz ve sağ salim dönerseniz. Edulê (kızı)yi size vereceğim. Adulê'nin çeyizini de hazırlayıp, nikahlayacağım" der. Köle Muhammed, kahveyi üç gün-üç gece gezdirir hepsi Edulê'ye göz diktikleri halde kimse cesaret edip kanlı kahveyi alamaz.Temir Ağa bunlardan umudunu keserek, Evdi'ye mektup gönderir. Elçi mektubu götürdüğünde Evdi kendi yaşlılar cemaatiyle oturmaktadır. Mektubu alır, okuduktan sonra yastığının altına koyar ve elçiye "git Temir ağaya söyle o Mılla beyi, ben şark beyiyim. Benim onunla ilişkim kalmadı, ben yeminliyim onun bulunduğu yere ayak basmayacağımder".

Elçi oradan ayrılırken yolda Derwêşê Delalla karşılaşır. Edulêyi uzun zamandır sevmekte olan Delalê Derwêş elçiyi gördüğüne çok sevinir. Derwêş elçiye niçin geldiğini sorunca elçi "Ben bir mektup getirdim. Baban okuyup yastığının altına koydu" der. Derwêş babasının yanına mektupta yazılanları öğrenmek için gider. Babası ‚ "çok büyük bir engel var ki onu aşana Edulêyi verecekmiş'' der. Ama Temir Ağa sözünü yerine getirmeyen yalancı bir insandır. Bir de önüne konulan şart ulaşılmayacak bir şarttır. Gidişi var dönüşü yok. Onun için boş hayallere kapılma diyerek devam eder: Tamam biliyorum. Edulê'nin mor örüklerinin karşılığı sandıklarla altın değil yiğitlerin kellesidir". Derwêş Delale elçiyi göndermesini, büyüklerini dinlemezse pişman olacağını söyler. Baba oğul arasında birbirini ikna etme çabası sonuçlanmayınca Derwêş, cemaate seslenerek kendilerini dinletir ve kararın verilmesini ister. Ayrıca cemmaatten kalbinin kırılmamasını da ister ve aşkını anlatır. Evdi oğlunun yürek acısına dayanamayarak elçiye "Şark aşiretinin beylerinin ve Derwêşin geldiğini iletmesini söyler.


Derwêş arkadaşlarına Kuşanın, Temir Ağanın konağına gidiyoruz" diye seslenir. Bu arada üç-gün üç gece cemaatte dolaştırılan kahve fincanına 32 bin beyden alma cesaretini gösteren kimsenin olmadığını ve Evdiye mektup gönderildiğini duyan Edulê "Bu köpeklerden kahveye uzanacak kadar erkeklik damarı olan bir kişi yok mu ki, Derwêşe haber salınıyor. Derwêşi bu belaya sokacaklar, nasıl olsa ölsede-ölmesede onlar için kardır" diyerek, bu duruma üzülür. Derwêşin başı kopartılmış civciv misali kaderine üzülerek bir şeyler yapmak ister. Bu beylerin karşısına çıkıp bir-iki söz söylemesinin yasak olup olmadığını düşünür, babasına sorarak ricada bulunur. " Babamın beş kızı var ama hiç ağlu yok. 71-72ye dayanmış beli bükülmüş, onun temsilini ben yapabilir miyim? Acaba böylelikle Derwêş gelmeden önce bu beylerden biri namusa gelir de kahveyi alır mı?" diye düşünür. Babası da "Benim oğlum yok, sen benim temsilimi yapabilirsin. Aslanın dişi veya erkek olması fark etmez. Beylerin karşısına geç ne istiyorsan söyle, özgürsün" der. Edulê, cemaatin karşısına çıkar ve şunları söyler: Beyler, ağalar! Hepinize sesim ulaşıyor, hele bir kafanızı kaldırın Mılla ağaları. Ben öncelikle şunu biliyorum: Bir kadına bu kadar ağanın, paşanın karşısına çıkıp konuşmak düşmez. Ben ne yapayım, babamın hiç oğlu olmamış, Kadın olarak karşınıza çıktığım için beni kırmayın, beni dinleyin, bir-iki kelime söyleyeceğim. Babamın başına gelen bu felaketten dolayı hepiniz toplandınız. üç gündür sırtınızı yastıklara dayamış, koyun-kuzu eti yemektesiniz. Ama kardeşler, kaç gündür cemaatte dolaşan kanlı kahveyi de kimse almıyor. Bu Mıllaların bayramıdır, şarklıların değil. üç gündür dünya babama dar geliyor. Niye sizin nazarımızda dolaşan bu kanlı kahve ve kadın haremi karşısında kafanızı kaldıramıyorsunuz?

Öfkeden gözlerim kararıyor:
babam bana ilişkin kararı verdiği zaman ben 21-22 yaşındaydım. Aşiretin binlerce süvarisi ayağa kalkıyor, çevrelerindeki bayrak ve sancaklarla ilerliyorlardı. Viranşehire kadar etkileri sürüyordu. Ordan‚çiyayê şengalê'ye kadar süren etki alanına ağalar gelip ağırlanırdı. Ben atıma binip binlerce ev içerisinde dolaşmaya çıktığımda beni zılgıtlarla karşılarlardı. Beni ayakta karşılamayan tek bir yaratık yoktu. Bütün Mılla ağalarının, reislerinin kadın ve kızlarının karşısında Sembol durumundaydım. Tanrı beni erkek doğurmadı ama, ben babamın temsilini yapıyorum. Fakat bugün 32 bin beyin karşısında hiçbir kıymetim kalmamış. Tanrının katliamına uğrayasıcalar; Derwêşê Evdi gelecek, sırtını sırat köprüsüne dayayacak, önüne de kadın haremini alarak hepinizin nazarında kahveyi kaldıracak. Göğsünü Araplara karşı siper edecek ki, o Arapların atalarının cesetleri hala sahipsiz arazilerde kalmıştır. Ağa ve beylerin hepsinin benzi sararmış, ölü gibi olmuş agalleri düşmüş, bıyıkları bükülmüş. Başlarına gelen felaketin ne olduğunu kimse bilmiyor. Adulênin rengi sararır, kanı çekilir, dişleri ve dudakları titrer. "Şarklı Evdinin oğlu Derwêşin türbesini kazdılar,çünkü onlara göre o buraya gelir ve fincandaki kahveyi içerse, Türklere ve Araplara yönelecek ve dönüşü olmayacak" diye düşünerek, bu oyunu bozmak ister. Edulê ayağa kalkar, " Kaldırın başınızı! iki genç gelecek sizin karşınızda perdenin arkasında beş kızı yatıracaklar. Tanrının bu beş kıza verdiği aşk, olgunluk ve canlılık insanların tümüne acı verdi. Biri beyaz dolunayın 14ü gibi, diğeri aşk ve olgunluğunu erkeklerin güzelliğine verdi. Biri dağların yücelliği gibi kendini gökyüzüne vermiş. Biri Edulê'dir kızıl kanatlarıyla kendini Mılla ailesinin muradına vermiş. Üşte ben hepinizin karşısında duruyorum. Bu Agit ve kahramanlardan biri kahveyi içsin. Derwêş'in yolu dumanlıdır, gelinceye kadar alın, göğsünüzü hainlere ve düşmana siper edin .




O anda elçi, şarklıların geldiğini haber verir,Temir Ağa; Derwêş geliyor mu? diye sorar. Paşa seslenir: Mıllalar! Demeyin paşa bize demedi. şarklıların erkekleri geliyor, kimse atlarının başını tumasın, selamlarını almasın, kiymet vermesin. Adulêyle beş kız çadırlarının kapısını açıp bakarlar ki şarklılar gelmiş, şarklılar cemaate girerler, selam verirler ancak selamları karşılanmaz.Evdi ile ömer Paşanın yanına otururlar, bakarlar ki herkesin benzi solmuş ve başlarını öne eğmişler. Cemaatin içine Derwêş gelince Edulê " misafirimize, kahveyi akşamdan beri hazırlamışım, fincanı kendi ellerimin üstüne koydum, sevda kafama vurdu, aşk bedenimi sardı, bilmiyorum acaba ayaklarım onun ayakkabısına mı değdi, bütün vücudum titredi. Yarın on iki süvarimiz 1700 Türk-Arap güçlerine karşı kılıç kalkan sallayacak, ben 41 Mılla kızını alıp kendimi Dicle suyunun kenarına bırakacağım. Dicle nin suyu kabarıktır " der. Derwêş kahveyi içtikten sonra on iki süvariyle birlikte Musul ovasına savaşa gider. Savaş bir tufan gibi kopar, her taraf duman içerisinde kalır. Yaşlılar bastonlarına dayanmışlar, genç gelinler kınalı elleriyle dışarı çıkmış seyretmektedirler. Herkes; " nedir bu bizim Kürtlerin başına gelen? diye yakarır" . Derken savaş biter ve on iki süvari dönerler ama Derwêşe Evdi aralarında yoktur. Adulê " Bir süwari geliyor aşağıdan. Derwêş kendini aşağıya bırakalı üç gün-üç gece oldu, hiçbir haber yok" der. Derwêşin merakında olan Edulê Süvariye yaklaşarak; " Delalım nerededir" diye sorar. Süvari " Ey gelin! Birçok delal varki, gelinler kınalı elleriyle Delallerini bekliyorlar. Bu delallerin birisi yaralı Sivereke gitmiş. Sen bana söyle, senin Delalinin işareti nedir? " der.

Edulê " Benim delalimin işareti bellidir. Elbisesi melesindir, omuzundaki zırhı davudidir, onun üzerinde agani bir aba vardır. Delalın göğsünde zırhlı gözlük, belinde kemeri vardır. Delalın şalvarı felemindir, ayakkabısı kız bağıdır. Delalın kafasında sarık var, kızıl bıyıkları var, Urfa kınasıyla yakılmış, yanakları nar gibidir. Delalın kalkanı Amedidir, kalkanın ucu Adulênin örükleriyle süslenmiştir" der.

Süwari, "Edulê senin dediğin şarklı Evdinin oğlu Derwêşdir ki, kanlı fincanı kaldırmış, Musul ovasında Türk ve Arap düşmanının gözlerini korkutmuş. Ne kadar yaralı ve ölü varsa onun eliyle olmuştur. O kaç tane eli kınalı gelinin ocağını yakmış. Fare delikleriyle dolu bir topraktan geçerken atının ayağı kırılmış, at onu sırtından atmış ve Derwêşin bütün kemikleri kırılmış. Git Musul ovasında onu sağ olarak gör." der demez, Adulê kendini ovaya bırakır.
Edulê musul ovasında yerdeki süwarinin yanından geçer ve bakar ki Delali yaralıdır. Edulê oturur ve şu ağıtı söyler : " Koşarak Delala ulaştım. Namus kanı zırhından akıyor. Delal yedi yerinden yaralıydı. Ama yüreğinin üstündeki yara çok derindi. Yarasına dokundum ve baktım at ciğerine vurmuş tabii; biliyorum ki, Kürt atları bile kinlidir. Yere düşünce beli kırılmış. Göğsüne vurulan darbeyle birlikte dört damarı kopmuş".

Ağıtlarına devam eden Edulê: " Delal kalk! Boyum posum incedir. Senin için büküldü, alnım aktır, sana açıktır. Kaşlarım incedir, kirpiklerim karadır, gözüm belektir ve senin için sürmelidir... Ben bu dünyada hiç kimseye layık değilim, ben ne Rumlara, nede Türklere layığım. Ben şarklı Evdinin kına bıyıklı oğluna layığım. Alevler içindeki şengalımın mezarlarına, karanlık türbelerine layığım. Delal: ben senden sonra kalmacağım. Artık kimseye Yemen kavhesi pişirmeyeceğim. Paşanın cemaatinde gezdirmeyeceğim. Boyumu posumu hiç kimse için süslemeyeceğim. Senden sonra bahtım kara olacak, hiçbir dilek ve muratta bulunmayacağım. Hiçbir beşiğin önünde oturup sallamayacağım. Dağların üzerine çıkıp ağıt yakacağım, kanlı gözyaşı dökeceğim, göğsümü hiç kimseye göstermeyeceğim. Delal, sen babamın evinin misafirisin" .

Dağlara çıkıp diyeceğim Delal Bütün çobanların kavallarıyla diyeceğim Delal; Ben süvarilerin gelini olacağım Delal... " der ve dediği gibi yapar.

Bu destanın en belirgin yanı, aşk ile mücadele arasındaki bağlantıdır. Destanın kadın kahramanı Adule, kendisini tam anlamıyla aşiret olarak ifade edilen ülkesine adamış, ancak ülkesi yabancı güçler tarafından tehdit edildiği için, sevgisini bu tehdide karşı savaşmayı göze alan yiğit cengavare vermektedir. Destanda bu yiğit Derwêşe Delale olarak adlandırılmaktadır. Destanın anlatımında da görüldüğü gibi Derwêş aynı zamanda ülkeyi temsil etmektedir. …örneğin Edulê savaştan dönen süvarilere Derwêşi tarif ederken, Kürdistanın her yöresini temsil eden özelliğini anlatmaktadır. Ayrıca Derwêşin ölümüne neden olan at darbesi iç ihaneti hatırlatırken, atın tekmesiyle ölümüne yol açan yüreğinde kopan dört damarı da, Kürdistanın dörde parçalanmışlığını anımsatır. Derwêşin atının fare delikleriyle delik-deşik edilmiş bir zeminde ürküp onu sırtından atması, düşmanlar tarafından kemirilmiş, zedelenmiş Kürdistan zemininin gerçekliği vurgulanarak, trajik bir sonu göstermektedir. Derwiş düşüş sonucu aldığı darbelerden dolayı yaşamını yitirmez. İhanet tarafından yüreğinden yediği darbe sonucu yaşamını yitirir. Buna ek olarak Edulê'nin ağıtında, kendisini başka hiçbir ulusa adamayacağını söylemesi, tam tersine Delalê, onunla beraber dağların süwarilerine adayacağını söylemesi, kendisini ulusunun kurtuluş mücadelesi için adayacağının yeminidir. Bu da gösteriyor ki, Edulênin aşkı özgür toprak aşkından bağımsız değildir.

Trajediyi hazırlayan diğer önemli bir gerçeklik de başarıya karşı duyulan umutsuzluktur. Kanlı kahvenin üç-gün üç gece dolaştırılmasına rağmen, 32 bin beyden hiçbiri bunu kaldırarak savaşı göze almaması, umutsuzluğun somut ifadesidir. Bu yetmiyormuş gibi savaşı göğüslemek isteyene türbe yaptırmaları peşinen yenilgiyi kabul etmeleriyle bağlantılıdır. Onlara göre Derwêşin düşmana karşı yapabileceği en büyük başarı, savaşıp ölmesidir. Bu bakış açısı ancak birçok değeri kaybetmiş, silikleşmiş ve en önemlisi de ihanete bulaşmış topluluklara aittir. 32 bin beyliğin hepsi Edulêye karşı duydukları arzuya rağmen bunun bedelini ödemeye yanaşmamaları, ulusal bağımsızlığı isteyip de gereken savaşımı vermemeye benzemektedir.
Burada özel olarak Kürt gençliğinin çıkarılması gereken derslerde vardır. Edulê ve Derweş her ikisi de gençtirler. Bu tarihsel destan bu iki kahramının şahsında Kürt gençliğine nasıl bir duruş sahibi olmaları gerektiğini de hatırlatıyor.